istanbul2010.blog.lemonde.fr


Onay Akbaş, kendi krallığında bir ressam


Onay Akbaş, Paris'te yirmi yıldır resimle uğraşıyor. Bugüne kadar çeşitli koleksiyonlarda yer alan 1300' ü  
aşkın yapıtı tamamlamıştır. Evli ve iki çocuk babasıdır. Onun canlı ve yaratıcı resim sanatı, Yeni  
Ekspresyonizm (Dışavurumculuk) ve Serbest Figürasyon olarak kategorize edilmektedir.

Paris'teki stüdyosunda, ressam Onay Akbaş, canlı hayalgücüyle yarattığı tuhaf, renkli ve geometrik  
karakterler ortasında kendi hükümdarlığını sürdürmektedir. Akbaşgiller olarak adlandırılan bu karakterler,  
her zaman ironik bir dokunuş, fazlasıyla mizah ve sağlıklı dozda bir netlikle, ona gücün sahnelerini  
canlandırır, mitleri ve tiyatro oyunlarını yeniden yorumlar ve dünyanın farklı olgularını somutlaştırır.

Onay Akbaş kendini " sanat tarihinin şımarık çocuğu" olarak tanımlar. Hatta üniversitede bir süre için  
sanat tarihi dersleri vermiştir. Onun etkileri oldukça fazla ve çeşitlidir; Gauguin'den Munch'a, Goya'dan  
Meksika özgürlük sanatçılarına,  Diego Rivera'ya ve Van Gogh'dan Türk ressamlar Matrakçı Nasuh ve Siyah  
Kalem'e kadar uzanır.

Özgün tarzını ispatlamadan önce, bir dönem boyunca Barok, daha sonra empresyonist (izlenimci)  
aşamalardan geçmiştir. Onun dengeli kompozisyonları klasik dursa da; ancak göze ilk çarpan lekeleri ve  
renkleri kullanmadaki ekspresyonist (dışavurumcu) etkidir. « Ben onlarda, kendimi ifade edecek tam  
özgürlüğü buluyorum » şeklinde açıklamaktadır.

Onun devingen ve değişken tuvalleri seyredeni hayali ve mecazi bir evrene taşır. Mekânın temsili,  
biçimlerin akılcı kombinasyonu ve renkler izleyenin resmin tasavvurunu daha iyi hissetmeye ve içinde  
kaybolmaya davet edildiği çalışmaya derinlik katar. Ressamın sanatsal tutumunda onu yönlendiren şey,  
öncelikle felsefi süreçtir. « Resim yapmak için bir nedene ihtiyacım var » şeklinde belirtmektedir Onay  
Akbaş.

4-5 yıllık dönemler boyunca,  Akbaş yapıtlarını meydana getirmeden ve yüzlerce yapıtının karakterlerini  
anlamlandırmadan önce bir tema üzerine odaklanır ve etraflıca bir felsefi ve entellektüel araştırmaya  
koyulur. Sonrasında tuvalde tekrardan üreteceği bir taslak oluşturur.  Bir kez taslağın anahatları  
çizildiğinde, bu kez fırçasıyla renklerin konuşmasını sağlar.

Onun düşünce ve bilinç içeren resim sanatı,  gerçekten diğer bir yönden de sezgisel kalır. Konu, tuvalden  
tuvale ressamın gözleri önünde serilir. İlham yolunda seyahat ettikten sonra, ressam görsel söylemin  
giderek şekillendiğini görür. Yapıt ve sanatçı iletişim kurar, karşılıklı etkileşim içine girer ve sonunda  
birbirlerini etkiler.

Onay Akbaş hergün yalnız ve önlük giymeden çalışır. Bu durumu "Resmime hayata başladığım gibi  
başlarım yani resim yapmak için özel bir atölye giysim yoktur yani sanatım yaşamımın ancak bir  
uzantısıdır" diye açıklar. Kendini iyi hissetmek ve her yaptığı resimle kişiliğinin yeni bir yönünü keşfetmek  
için sanatına ihtiyaç duyduğunu söyler. Bu durumu « sanatımı icra etmemin bende iyileştirici bir işlevi  
var; onu kendime ulaşmak için uyguluyorum »şeklinde ifade etmektedir.

Akbaş, resimlerinde dünyanın acımasız gerçekliği ve hayallerindeki neşe arasında bağ kurmaya çalışır.  
Gerçekten de genç Onay Akbaş hayatta büyük acılar yaşamıştır.

Hayatının ilk mutlu dönemini  geçirdiği Fatsa'da dünyaya geldi. Ailesi birbirine sıkıca bağlıydı ve gaz  
lambasının altında yemeklerini aynı tabakta paylaşırdı. Geceleri yıldızları seyreder ve hevesle sonsuz  
hayal gücünü besleyen uzay yolculuğunu hayal ederdi. Sonrasında astronot olmak için girdiği sınavda  
başarısız olacak ve kendini resim yaparak avuturken « daha geniş bir uzayı keşfettim yani sanatın uzayını»   
şeklinde ekler Onay Akbaş.

Genç Onay hayalperest olmasına rağmen, ayakları yere basmak zorundadır. Henüz 10 yaşındayken  
babasını kaybeder ve çocuk, çabucak kendisini bir yetişkin olarak addeder. 16 yaşındayken, 70'li yılların  
kanlı siyasi çatışmalarının olduğu dönemde, okul öğretmeni olan ağabeyinin bir pusuya kurban gittiğini  
öğrenir.

Bir sembol olarak, resim yaptığı elinde silinmez bir iz bulundurmaktadır. Vefat eden ağabeyine ait silahı  
temizlerken, silah kendiliğinden ateş alır. Avucu kan içinde kalır; serçe parmağı ve başparmağı sakatlanır.

1981 Nisanında Marmara Üniversitesi'nde öğrenci iken fotoğraf dersi ödevi için çektiği basit fotoğraflar  
yüzünden gözaltına alınacak ve birkaç ay gözaltında kalacaktır. Serbest bırakıldığında bu kez, tüberküloz  
nedeniyle ciddi bir şekilde hastalanacaktır ve 4 ay kadar sanatoryumda tedavi görecektir.  Ancak  
bedeninin ve ruhunun tüm bu olaylar, siyasetin insafsızlığı ve adaletsizlikler nedeniyle derin bir şekilde  
yara aldığını söylemek kâfidir.

2010 yılında, ressam yeni bir konuyu ele alır: "Varoluş Karnavalı". Daha önce, "Korkuluk", "Kelebek  
Avcıları", "Kukla Oynatıcıları", "İnsanlık Tiyatrosu", "Sahte Peygamberler" "An ve Bellek" "Oyun-Oyuncak  
ve İktidar", temalı, felsefi ve estetik ele alışları onun özgürlük yanılsaması, manipülasyon, gücün temsili  
ve temsilin gücü gibi en sevdiği konuları ele alması için başka bir fırsat yaratmıştır.

Bütün bu zorluklara rağmen, Akbaş yaşamı için çılgın bir hayal gücü ve neşe kaynağı geliştirmiştir. Bu,  
onun gülen gözlerinden ve gülüşünün cömertliğinden farkedilebilir. Ve bahse gireriz ki o, bu yeni  
temayı, kendisini ifade eden ışıldayan renkler ve neşe dolu tonlarla geliştirecektir. Akbaş resim sanatının  
sırrı, neşeli akbaşgiller evreninde, anlam arayışına estetiksel açıdan büyüteçle bakmaktır.