Özlem İnay Erten(*) ile söyleşi - Onay Akbaş ile Türkiye Mevsimi ve Fransa Üzerine - 24 Haziran 2009

1987 yılında Paris'e giden ve hâlâ orada yaşayan Onay Akbaş, hem Fransa'da hem de Türkiye'de
açtığı sergilerle adından sıkça söz ettiren sanatçılarımızdan. 'Fransa ve Sanat' sayımız için
görüştüğümüz sanatçı Fransa'ya gidişinin birçok sebebi olduğunu açıklarken "O zamanlar sanatçılar
için Paris bir anlamda Mekke gibiydi" diyor ve Fransız edebiyatının, sanatının o dönemde sanatçılar
için bir çekim merkezi oluşturduğunun önemine değiniyor. Temmuz ayında Fransa'da gerçekleşecek
Türkiye Mevsimi'nin resmi programına dâhil edilmiş sergileri olan sanatçı, projeye genel olarak
olumlu yaklaşıyor ve "Bu gibi etkinliklerin başka ülkeler de dâhil edilerek sürekli olarak
tekrarlanması lazım" diyor. Türkiye'nin tarihi zenginliklerini tekrar tekrar öne çıkartan kültürel
gösterimlerden ziyade, Türkiye'nin çağdaş yönünün öne çıkartılmasının zamanının geldiğini düşünen
Onay Akbaş: "Organizasyonun başında Türkiye'den seçici olarak İKSV ve Fransa'dan da
Culturesfrance gibi ciddi deneyimli kurumlar var. Her zaman, her olayda ve bazen de haklı olarak
olduğu gibi birçok kişi ve sanatçının haklarının yenildiğinden, sanatlarına gerekli özenin ve ilginin
gösterilmediğinden yakınmalar olacaktır. Daha iyisi yapılamaz mı, daha iyisi mutlaka vardır, ama
genel olarak bu etkinliğin tam olarak değilse bile, 'etkileri'nin olumlu olacağını düşünüyorum" diyor.

Paris'e gittiğiniz dönemlerde bu şehrin sizin sanat yaşamınıza ne gibi katkıları olacağını
düşünüyordunuz ve sizi Paris'e çeken sebepler nelerdi?

Paris'e gidişimin tek bir sebebi yok aslında. Bildiğiniz gibi Fransa'daki kültür ve sanat hayatı okullarda ders
kitaplarına kadar girmiştir, benim kuşağım Fransız edebiyatçılarının ve düşünürlerinin Voltaire'lerin,
Rousseau'ların, Verlaine'lerin, Baudlaire'lerin çevirilerini okuyarak kültürel beslenmesini yetkinleştiren ve
pekiştiren bir kuşaktı. Tabii bu da doğru veya yanlış olabilir, ama bir şekilde kültürün beşiği Paris'miş gibi bir
izlenim veriyordu. Kendi sanat tarihimizden öğrendiklerimiz, bizden önceki kuşak sanatçıların Paris anılarıyla
bezenmişti ve Paris kaçınılması neredeyse imkânsız bir yön olarak bizlere empoze edilmişti. Zihnimizdeki bu
imaj bizi çeken sebeplerden birincisiydi diyebilirim. Bir diğer neden ise yine bizim kuşağımızın 12 Eylül'ü
yaşamış olmasıdır. 1987 yılında Paris'te yaşama kararı aldığımda, 12 Eylül'ün etkileri hâlâ devam ediyordu.
Bununla bağlantılı olarak daha bağımsız, özgür bir sanatçı olarak yaşama arzum da beni Paris'e çeken
nedenlerden biriydi. O zamanlar sanatçılar için Paris bir anlamda Mekke gibiydi. Ayrıca ben İstanbul'dayken
Maltepe'de bir sanatçı kümeleşmesi vardı, atölyem oradaydı, ama kendimi köksüzleşmiş gibi hissediyordum.
Beni İstanbul'a bağlayan bir şey yoktu. Bunun haricinde göç bana yabancı bir olay da değil, ortaokulu ve liseyi
parasız yatılı olarak evimden beş yüz kilometre uzakta Kastamonu'da okudum, üniversiteyi ise İstanbul'da
okudum yani bir yerden bir yere gitmek benim için güç bir şey değildi. Benim gittiğim dönemde sanatın
Amerika'ya, Londra'ya kaydığına dair bir düşünce var, ama Fransız edebiyatı ve sanatının bizlere yansımasının
etkisiyle, Paris bana sanki bir ışık kaynağı gibi geliyordu.
O dönemlerde Paris'te karşılaştığınız kültür sanat ortamıyla, Türkiye'deki kültür sanat ortamı arasında
en belirgin farklar nelerdi?

Fransa'nın bir kültür politikası var, ama Türkiye'nin gerçek ve anlaşılır bir kültür politikası yok. Örneğin ben şu
anda Fransız Kültür Bakanlığı'nın bana verdiği bir atölye-lojmanda kalıyorum, bu Türkiye'de mümkün değil.
Devletin sanatçılara bir atölye verip, onlara uygun bir çalışma ortamı sağlaması, söyleyeceklerine fırsat tanıması
yani bir anlamda sanatını icra etmesini kolaylaştırması bir sanatçı için çok önemli. Bu devletin sanata
müdahalesi gibi algılanmamalı, sadece size uygun bir çalışma ortamı sunmasından bahsediyorum. Ayrıca
Fransa, kültürel altyapısını çok iyi kurmuş bir ülke, müzeleriyle, galerileriyle sanatçıya bir anlamda "Sen de
yapabilirsin" arzu ve desteğini veren bir ülke. Paris her yıl 55 milyon turist çekiyor ve bunun çoğunluğu kültür
turizminden kaynaklanıyor. Bunun sebebi ise geçmişte dünyadaki birçok önemli sanatçının Paris'i bir yaratım
ortamı olarak seçmesi sonucu, Paris'in kültürel bir odak olmasıdır. Bu kültür politikasının bir diğer ayağı ise
dünyanın dört bir tarafında kurulmuş Fransız kültür merkezleridir. Böylece Fransa kendi kültürünü bir anlamda o
ülkelere yaymaya çalışıyor.

Tüm bu anlattıklarımın yanı sıra dünyanın birçok ülkesinden pek çok sanatçı bir şeyler bulacağını düşünerek
Paris'e geliyor, ama Paris'in hiçbir sanatçıya kucak açtığı yok aslında. Ayrıca buradaki şartlar Türkiye'dekinden
de kolay değil. Paris'te yaşayan birçok sanatçı arasından sıyrılıp, özgün soluğunuz ve orijinal önerilerinizle
farklılığınızı, zenginliğinizi, göstermeniz gerekiyor. Tabii ki bu da tek başına yeterli olmayabiliyor ve daha bir sürü
şartların sizin lehinize işlemesi gerekebiliyor. Burada 18,000 sanatçıyız, ama en fazla bin tane sanatçıya atölye
vb. imkânlar sağlanıyor.

Geçmiş yıllardan beri Türkiye'den Paris'e gelen sanatçılara baktığımızda buraya yapılan göçlerin, kalıcı bir göç
olmadığını gözlemleyebiliriz, yani Paris'in politik anlamda bir sığınma yeri olarak görüldüğünü ya da kültürel
altyapısının oturmuş olmasından kaynaklanan bir tercih olduğunu, buraya burslu gelen sanatçı adayı öğrencilerin
burslarının bitiminde fazla bir iz bırakmadan döndüklerini görürüz. Burada kalan Türk sanatçı çok az. Dolayısıyla
burada sanatsal anlamda derin bir iz bırakamamışız, bir şeyler yapmış ama hayal kırıklığına uğrayıp, şartların
ağırlığına dayanamayıp geri dönmüşüz. Dönmeyenlerin de çok derin izler bıraktığını söyleyemem aslında, ama
bundan daha da önemlisi ikinci kuşaktan da özendirilmiş, özgün şeyler üreten sanatçı ve sanatçı adaylarının
varlığından söz edemeyiz, bu durumun sosyolojik olarak bence iyi etüt edilmesi gerekir. Yani bir Brancusi, bir
Ionescou, bir Giacometti gibi sanatçılar bırakamamışız Paris'e.

hikmet çetinkaya 26.08.2009   -   Bu yazı bir sanatçı için ders notları niteliğinde. Arşivde olması gereken bir not. Çok
ince tatlı bir eleştirinin yanında övünç kaynağı olan yerlerde var. Tahlil son derece gerçekçi bir yaklaşımla yapılmış.
Devlet yetkililerinin sanatçılar için ne yapması gerektiği konusunda da ipuçları veriyor.